Neden Sadece Görmek İstediklerimizi Görürüz?
Hiç sadece kendi siyasi
görüşünüze uygun haber kaynaklarını takip ettiğinizi veya bir tartışmada sadece
kendi argümanınızı destekleyen kanıtları hatırladığınızı fark ettiniz mi? Ya da
belki yeni aldığınız bir araba modelini trafikte eskisinden çok daha sık
görmeye başladınız?
Tüm bu durumlar tesadüf
olmayabilir. Bunlar, zihnimizin en yaygın ve en sinsi çalışma biçimlerinden
biri olan Doğrulama Yanlılığının iş başında olduğunun işaretleridir. En basit
tanımıyla doğrulama yanlılığı; mevcut inançlarımızı, varsayımlarımızı veya
hipotezlerimizi destekleyen bilgileri aktif olarak arama, bulduğumuz bilgileri
bu inançlar doğrultusunda yorumlama ve onlara daha fazla ağırlık verme, tam
tersi yöndeki, yani inançlarımızla çelişen bilgileri ise göz ardı etme,
küçümseme veya unutma eğilimimizdir. Bu, bilinçli bir manipülasyon değil,
zihnimizin gerçeği algılama ve işleme biçimindeki otomatik bir eğilimdir ve
hepimiz, istisnasız olarak, bu yanlılığa şu veya bu ölçüde kapılırız. Peki, bu
güçlü zihinsel filtre nasıl çalışır, neden bu kadar yaygındır, hayatımızı nasıl
etkiler ve daha objektif düşünebilmek için bu tuzağın farkına varıp onunla
nasıl mücadele edebiliriz?
Doğrulama yanlılığı genellikle
farkında olmadığımız üç temel mekanizma aracılığıyla işler. Bunlardan ilki,
seçici bilgi arama eğilimidir; zihnimiz, adeta bir mıknatıs gibi, mevcut
inançlarımızı teyit eden bilgi parçacıklarını arar ve onlara çekilir. İnternette
kendi görüşümüzü destekleyen anahtar kelimeler kullanır, sosyal medyada bizim
gibi düşünenleri takip eder veya sadece belirli haber kaynaklarını okuruz,
böylece kendi 'yankı odalarımızı' ve 'filtre balonlarımızı' yaratırız. İkinci
mekanizma, taraflı yorumlamadır; karşımıza çıkan bilgileri, özellikle de
belirsiz olanları, kendi mevcut inançlarımıza uyacak şekilde yorumlarız.
Örneğin, sevdiğimiz bir politikacının şüpheli davranışını 'iyi niyetli bir
hata' olarak mazur görürken, sevmediğimiz birininkini 'kasıtlı kötülük' olarak
damgalayabiliriz. Olmayan yerde desenler görmek veya rastlantıları lehimize
yormak da bunun bir parçasıdır. Üçüncü olarak, seçici hatırlama ve unutma
devreye girer; inançlarımızı doğrulayan olayları veya kanıtları daha canlı hatırlarken,
onlarla çelişenleri unutma, önemsizleştirme veya hafızamızda çarpıtma
eğiliminde oluruz; bir batıl inancın işe yaradığı tek bir anı hatırlar, işe
yaramadığı onlarca anı göz ardı ederiz. Bu mekanizmalar genellikle bilinçsizce
çalışır; zihnimizin karmaşık dünyayı anlamlandırmak ve karar verme süreçlerini
hızlandırmak için kullandığı zihinsel kısa yollardır ve aynı zamanda birbiriyle
çelişen düşüncelere sahip olmanın yarattığı rahatsızlıktan (bilişsel çelişki)
kaçınmamıza yardımcı olurlar.
Doğrulama yanlılığının bu kadar
güçlü ve evrensel olmasının altında derin psikolojik ve sosyal nedenler yatar.
Her şeyden önce, bilişsel kolaylık arayışı vardır; mevcut inançlarımızla uyumlu
bilgileri işlemek, onlarla çelişen ve zihinsel olarak daha fazla çaba
gerektiren bilgileri işlemekten çok daha kolaydır ve bize daha iyi hissettirir.
İkinci olarak, tutarlı olma arzusu ve bilişsel çelişkiden kaçınma güdüsü
önemlidir. İnançlarımızla çelişen bilgilerle yüzleşmek rahatsız edicidir; bu
rahatsızlığı azaltmak için ya çelişkili bilgiyi reddeder ya da inançlarımıza
uyacak şekilde yorumlarız. İnançlarımıza genellikle güçlü duygusal yatırımlar
yaparız. Siyasi görüşlerimiz, dini inançlarımız veya kendimiz hakkındaki
düşüncelerimiz kimliğimizin bir parçasıdır. Bu inançlara yönelik bir tehdit,
kişisel bir saldırı gibi algılanabilir ve savunma mekanizmamız olarak doğrulama
yanlılığı devreye girer. Ayrıca, sosyal aidiyet ihtiyacı da önemli bir rol
oynar. Ait olduğumuz gruplarla (aile, arkadaş çevresi, siyasi grup vb.) benzer
inançları paylaşmak, sosyal bağları güçlendirir. Grubun inançlarını doğrulayan
bilgilere odaklanmak ve aykırı bilgileri reddetmek, grup içindeki yerimizi
sağlamlaştırır ve dışlanma riskini azaltır. Son olarak, beynimizin evrimsel
süreçte geliştirdiği zihinsel kısa yollar, hızlı karar verme yeteneği
kazandırmış olsa da doğrulama yanlılığı gibi sistematik düşünce hatalarına da
zemin hazırlamıştır.
Bu yanlılığın etkilerini hayatın
neredeyse her alanında görebiliriz. Siyaset ve Medya alanında, vatandaşların
sadece kendi görüşlerini yansıtan haberleri tüketmesi, olayları kendi siyasi
lenslerinden yorumlaması ve karşıt görüşleri "yalan haber" veya
"propaganda" olarak damgalaması yaygındır. Bu durum, toplumsal
kutuplaşmayı derinleştirir. Bilim ve Araştırma dünyasında bile, bilim
insanlarının farkında olmadan hipotezlerini destekleyecek şekilde deney
tasarlama, veri yorumlama veya yayın seçme riski vardır; akran denetimi gibi
mekanizmalar bu riski azaltmaya çalışır. İş Dünyası'nda liderlerin sadece kendi
fikirlerini onaylayan danışmanları dinlemesi, stratejileriyle çelişen pazar
verilerini göz ardı etmesi veya yatırım kararlarını doğrulamak için kanıt araması
görülebilir. Kişisel İlişkiler'imizde, bir kişi hakkındaki (olumlu veya
olumsuz) ön yargılarımızı destekleyen davranışlarına odaklanıp, bu yargıyla
çelişen davranışlarını görmezden gelebiliriz. Sağlık konusunda, bilimsel
kanıtlara rağmen etkisiz alternatif tıp yöntemlerine inanmak, çünkü işe
yaradığına dair anlatılan tek tük hikayelere odaklanıp başarısızlıkları veya
bilimsel verileri göz ardı etmek sıkça rastlanan bir durumdur. Son olarak,
Kalıp Yargılar ve Ön Yargılar da doğrulama yanlılığıyla beslenir; belirli
gruplar hakkındaki olumsuz kalıp yargılarımızı doğrulayan örnekleri arayıp
bulur ve hafızamızda tutarken, bu yargılarla çelişen örnekleri
"istisna" olarak görür veya unuturuz.
Doğrulama yanlılığı masum bir
zihinsel alışkanlık değildir; ciddi olumsuz sonuçları olabilir. Kötü karar alma
süreçlerine yol açar, çünkü eksik veya taraflı bilgilere dayanarak alınan
kararlar genellikle suboptimal (optimumun altında) veya hatalı sonuçlar
doğurur. Toplumsal düzeyde kutuplaşma ve hoşgörüsüzlüğü artırır; karşıt
görüşleri anlama veya onlarla empati kurma yeteneğimizi azaltarak derin
ayrılıklara zemin hazırlar ve yankı odaları aşırı görüşleri besler. Bireysel
olarak öğrenme ve gelişime direnç göstermemize neden olur; kendimizi yeni
bilgilere veya farklı bakış açılarına kapatmak, kişisel ve entelektüel
gelişimimizi engeller ve yanlış inançlara saplanıp kalmamıza yol açar. Aynı
zamanda, kalıp yargıların, ön yargıların, yanlış bilgilerin ve sahte bilimin
yayılmasına ve kök salmasına katkıda bulunarak zararlı inançların
pekiştirilmesine hizmet eder. Doğrulama yanlılığı sadece kendi görüşümüzü
doğrulayan kanıtları gördüğümüz için, gerçekte olduğumuzdan daha bilgili veya
daha haklı olduğumuza inanmamıza yol açan bir aşırı güven tuzağı yaratır.
Doğrulama yanlılığından tamamen
kurtulmak belki imkansızdır, ancak etkilerini azaltmak için bilinçli adımlar
atabiliriz.
Her şeyden önce farkındalık
gelir; bu yanlılığın varlığını ve herkesin buna eğilimli olduğunu kabul etmek,
kendi düşünce süreçlerimizi aktif olarak gözlemlemenin ilk adımıdır. Bunun
ardından, aktif olarak karşıt görüşleri aramak gerekir. Kendi inançlarımızı
sorgulayan veya onlarla çelişen bakış açılarını, makaleleri, uzmanları bilinçli
olarak arayıp anlamaya çalışmalı, farklı görüşteki insanlarla saygılı bir
diyalog kurmaya açık olmalıyız. Kendimize 'şeytanın avukatlığını' yaparak
hipotezlerimizi sorgulamalıyız; sadece 'Bu neden doğru?' diye sormak yerine,
'Bu neden yanlış olabilir?' veya 'Alternatif açıklamalar nelerdir?' gibi
sorularla kendi varsayımlarımızı çürütmeye çalışmalıyız. Bilgiyi bir tek
kaynağa bağımlı kalmadan, farklı kaynaklardan edinerek doğrulamaya çalışmak da
önemlidir.
Bu çabayı desteklemek için,
bilgiyi sadece bize 'doğru hissettirdiği' veya inançlarımızı onayladığı için
değil, kanıtın niteliğine odaklanarak değerlendirmeliyiz; kaynağın
güvenilirliği, sunulan kanıtların gücü ve mantıksal tutarlılığı öncelikli
olmalıdır.
Anlatılarla verileri ayırt etmek
kritik önem taşır. Aceleci yargılardan kaçınmak ve yavaş düşünmek, yani Daniel
Kahneman'ın belirttiği gibi daha analitik ve çaba gerektiren 'Sistem 2'[i]
düşüncesini devreye sokmak, bilgiyi eleştirel bir süzgeçten geçirmemize
yardımcı olur. Son olarak, entelektüel alçakgönüllülük benimsemek, yani yanlış
olabileceğimizi kabul etmek ve güçlü karşı kanıtlarla karşılaştığımızda
fikrimizi değiştirmeye açık olmak, bu yanlılıkla mücadelenin temel taşlarından
biridir.
Doğrulama yanlılığı, insan
bilişinin temel bir parçası olsa da kaçınılmaz bir kader değildir. Bu zihinsel
eğilimimizin farkında olarak, düşüncelerimizi aktif bir şekilde sorgulayarak ve
farklı bakış açılarına açık olarak, onun üzerimizdeki etkisini azaltabiliriz.
Eleştirel düşünme becerilerimizi geliştirmek ve entelektüel alçakgönüllülüğü
benimsemek, sadece daha iyi kararlar almamıza yardımcı olmakla kalmaz, aynı
zamanda daha anlayışlı, daha hoşgörülü ve daha bilgili bireyler olmamızı
sağlar. Kendi zihinsel filtrelerimize meydan okumak, gerçeğe bir adım daha
yaklaşmanın ve daha net bir bakış açısı kazanmanın anahtarıdır.
[i] Daniel Kahneman'ın çığır açan araştırması, en önemlisi, beynimizin iki farklı işletim sistemine sahip olduğunu ortaya koymuştur ve bunlara sistem 1 ve sistem 2 adını vermiştir. Sistem 1, hızlı, bilinçsiz, otomatik ve zahmetsiz bir şekilde çalışır; öz farkındalık veya kontrol olmaksızın "Gördüklerinizden başka bir şey yoktur" prensibiyle işler, durumu değerlendirir, güncellemeleri sunar ve düşüncelerimizin yaklaşık %98'ini oluşturur. Buna karşılık sistem 2, yavaş, kasıtlı, bilinçli ve çaba gerektiren bir süreçtir; kontrollü zihinsel faaliyetler ve rasyonel düşünme ile öz farkındalık ve kontrol içerir, mantıklı ve şüpheci bir yaklaşımla yeni veya eksik bilgi arar, kararlar verir ve tüm düşüncelerimizin yalnızca %2'sini kapsar. Bu iki sistem arasındaki farklar, beynimizin işleyişini anlamada temel bir çerçeve sunar.
Yorumlar
Yorum Gönder