Hayatınızdaki 'Ölü Atları' Fark Edin
Hayatınızda hiç tüm enerjinizi
harcadığınız halde ilerlemeyen bir projeye takılı kaldığınız oldu mu? Ya da
sizi yoran, bir türlü yolunda gitmeyen bir ilişkiye tutunmaya çalıştığınız?
Belki de artık işe yaramadığı çok açık olan bir yöntemi, inatla tekrar tekrar
deniyorsunuz. Eğer bu sorulara cevabınız “evet” ise, yalnız değilsiniz. Bu
durumun oldukça bilinen bir adı var: Ölü At Sendromu. İş dünyasında da
özel hayatta da sıkça karşımıza çıkan bu metafor, artık bir fayda sağlamayan
şeylere hâlâ değerliymiş gibi davranmaya devam ettiğimizde devreye giriyor.
Ölü At Sendromu, en basit
haliyle, çoktan işlevini yitirmiş bir proje, ilişki ya da yöntemle hala yol
almaya çalışmak anlamına gelir. Metaforun kökeni tartışmalı olsa da anlatmak
istediği mesaj oldukça nettir. Bir Kızılderili atasözünde dendiği gibi: “Eğer
bindiğin at öldüyse, en iyi strateji inmek ve başka bir at bulmaktır.” Ancak
biz çoğu zaman bu mesajı görmezden geliriz. Daha güçlü bir kamçı alır, biniciyi
değiştirir, atın yürümemesi için bahaneler üretiriz. Hatta ölü atın etrafında
komiteler kurar, raporlar hazırlarız. Bu stratejiler tanıdık geliyorsa, siz de
bu sendromun etkisine girmiş olabilirsiniz.
İşe yaramayan bir duruma ısrarla
tutunmanın altında yatan birçok psikolojik sebep var. En yaygını, batık
maliyet yanılgısı. Bir işe çok fazla emek ve zaman harcadıysak, onu
bırakmak bize kayıp gibi gelir. “Bu noktaya kadar geldim, şimdi vazgeçemem”
düşüncesi, bizi mantıklı kararlardan uzaklaştırır. Bir diğeri, egomuzdur.
Başarısızlığı kabul etmek, çoğu zaman kendimize dair algımızı sarsar. Bu
nedenle, durumu görmezden gelmeyi tercih ederiz. Ayrıca, bilinmezlik korkusu da
bizi yerimizde tutar. Yeni bir başlangıç, yeni riskler demektir ve çoğumuz
tanıdık kötüyü, bilinmeyen belirsizliğe tercih ederiz. Tüm bunların yanında
alışkanlıklarımız ve “belki bu sefer olur” diyerek kendimizi kandırdığımız
yanlış umutlar da cabası…
Bazen içinde bulunduğumuz durumu
net şekilde göremeyiz. Kendimize birkaç dürüst soru sormak, farkındalık
kazanmamız için iyi bir başlangıç olabilir.
Harcadığınız onca çabaya rağmen
elle tutulur sonuçlar alamıyor musunuz?
Sadece emek verdiniz diye mi
devam ediyorsunuz?
Elinizdeki veriler, sürecin
sürdürülemez olduğunu mu gösteriyor?
Bu yola devam etmenizin nedeni
gerçekten inanç mı, yoksa başarısızlık korkusu mu?
Alternatif yollar olduğunu biliyor ama adım
atamıyor musunuz?
Ve belki de en önemlisi,
çevrenizdeki insanlar sizi uyarıyor mu?
Bu sorulara verdiğiniz dürüst cevaplar,
hayatınızdaki ölü atları tanımanızda yardımcı olabilir.
Bir şeyin artık işe yaramadığını
kabul etmek kolay değil. Ama çözüm, tam da burada başlıyor. İlk adım, durumu
net biçimde görmek ve kabullenmek. Bu noktadan sonra, ölü ata daha fazla kaynak
harcamayı bırakmak gerekiyor. Yani, boşa kürek çekmeyi durdurmak. Ardından,
yaşanan süreci analiz edip, nelerin yanlış gittiğini görmek önemli. Bu yalnızca
geçmişi anlamak için değil, gelecekte benzer hatalara düşmemek için de gerekli.
Son adım ise cesurca bırakmak ve yön değiştirmek. Geçmişe takılı kalmak yerine,
enerjinizi daha verimli olabilecek yeni projelere, ilişkilere ya da yollara
aktarmak sizi ileri taşıyacaktır.
Ölü At Sendromu hem zamanımızı
hem de potansiyelimizi sessizce tüketen bir tuzaktır. İşlevini yitirmiş bir
duruma saplanıp kalmak, çoğu zaman farkında olmadan kendimize zarar verdiğimiz
anlamına gelir. Bu döngüden çıkmak, pes etmek değil; aksine akıllıca ve cesurca
bir karardır. Bazen en iyi hamle, sadece inmek ve yeni bir başlangıç yapmaktır.
Gerçek verimlilik, neyin peşinden gitmeye değeceğini, neyin artık geride
bırakılması gerektiğini bilmekten geçer.
Hayatınızdaki ölü atlara veda
edin; çünkü sizi ileri taşıyacak şey, o eski at değil, yeni bir yön, yeni bir
adımdır.
Yorumlar
Yorum Gönder