Derin Uçurum: Bir İsrail, Elli Yedi İslam Ülkesi
21. Yüzyılda ülkelerin rekabet
gücünü, ekonomik refahını ve küresel etkisini belirleyen en önemli faktörlerden
biri, şüphesiz inovasyon kapasiteleri ve bu kapasitenin somut çıktılarından
biri olan fikri mülkiyet birikimidir. Patentler, bu birikimin en önemli göstergelerinden
biri olarak, yeni teknolojilerin, ürünlerin ve süreçlerin ne ölçüde
geliştirildiğini ve koruma altına alındığını yansıtır. Bu bağlamda, küresel
inovasyon haritasında kendine özgü bir yer edinen İsrail ile son derece geniş
ve çeşitli bir coğrafyayı temsil eden İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)
ülkelerini inovasyon ve patentler açısından karşılaştırmak, ilginç eğilimleri
ve farklı gelişim yörüngelerini ortaya koymaktadır. Ancak bu karşılaştırmaya
başlarken altını çizmemiz gereken en önemli nokta şudur: İsrail tek bir ülke
iken, 57 üyesi bulunan İİT, içinde dünyanın en zenginlerinden en az
gelişmişlerine kadar muazzam bir çeşitlilik barındıran heterojen bir yapıdır.
Dolayısıyla, "İslam Ülkeleri"ni tek bir blok olarak ele almak yerine,
bu çeşitliliği göz önünde bulundurarak ve öne çıkan örnekler üzerinden bir
değerlendirme yapmak çok daha anlamlı olacaktır.
İsrail, uzun yıllardır küresel
inovasyon ekosisteminde dikkat çekici bir başarı öyküsü sergilemektedir.
Kendisine "Startup Nation" (Girişimci Ulus) unvanını kazandıran bu
başarı, çeşitli temel göstergelere yansımaktadır. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü
(WIPO) ve ortakları tarafından hazırlanan Küresel İnovasyon Endeksi (GII) gibi
sıralamalarda İsrail, genellikle dünyanın en yenilikçi ilk 15-20 ülkesi
arasında yer almaktadır. Bu başarının ardındaki en önemli itici güçlerden biri,
Ar-Ge'ye (Araştırma ve Geliştirme) ayrılan olağanüstü yüksek paydır. İsrail,
GSYİH'sinin %4.5 ila %5'inden fazlasını Ar-Ge'ye ayırarak bu alanda dünya
liderleri arasında yer alır; bu oran küresel ortalamanın oldukça üzerindedir.
Bu yoğun Ar-Ge yatırımı,
patentleme faaliyetlerine de yansımaktadır. İsrail, özellikle kişi başına düşen
patent başvurusu veya GSYİH'ye oranla patent sayısı gibi metriklerde dünya
genelinde güçlü bir performans sergiler. Hem kendi ulusal patent ofisine yapılan
başvurularda hem de Patent İşbirliği Anlaşması (PCT) gibi uluslararası
sistemler üzerinden yapılan başvurularda aktif bir oyuncudur. Patentleri
genellikle yüksek teknoloji alanlarında yoğunlaşır; bilgi ve iletişim
teknolojileri (ICT), yazılım, siber güvenlik, yarı iletkenler, biyoteknoloji,
tıbbi cihazlar, tarım teknolojileri (agritech) ve savunma sanayi gibi sektörler
İsrail'in inovasyon gücünün lokomotifleridir. Bu ekosistemin başarısında; güçlü
üniversite-sanayi iş birlikleri, dinamik ve bol miktarda risk sermayesi yatırımı,
nitelikli ve girişimci ruha sahip insan gücü, destekleyici devlet politikaları
ve savunma sanayinden sivil teknolojiye uzanan bilgi transferi gibi faktörler
önemli rol oynamaktadır.
İslam İşbirliği Teşkilatı'na üye 57 ülkeye baktığımızda ise karşımıza yekpare bir resim yerine, muazzam bir çeşitlilik çıkar. Bu ülkeler arasında hem kişi başına düşen gelir hem de ekonomik yapı, siyasi sistem, eğitim seviyesi ve teknolojik kapasite açısından devasa farklar bulunmaktadır. Bu nedenle, İİT'nin inovasyon ve patent profili, ancak bu çeşitlilik kabul edilerek anlaşılabilir.
Genel bir ortalama alındığında,
İİT ülkelerinin inovasyon performansı, gelişmiş OECD ülkeleri ve İsrail gibi
liderlerin gerisindedir. Ortalama Ar-Ge harcamalarının GSYİH'ye oranı
genellikle düşüktür (birçok ülkede %1'in altında) ve kişi başına düşen patent
başvuru sayıları da göreceli olarak azdır. Ancak bu ortalama, grup içindeki
önemli başarıları ve potansiyeli gizlememelidir.
Örneğin, Birleşik Arap
Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri, özellikle son
yıllarda ekonomilerini çeşitlendirme hedefleri doğrultusunda inovasyona ve
bilgi ekonomisine devasa yatırımlar yapmaktadır. Küresel İnovasyon Endeksi'nde
hızla yükselmekte, yapay zekâ, yenilenebilir enerji, akıllı şehirler gibi
alanlarda iddialı hedefler belirlemektedirler. Patent başvurularında da önemli
artışlar gözlenmektedir. Türkiye ve Malezya gibi ülkeler, daha köklü sanayi
altyapıları ve gelişmiş üniversite sistemleri ile öne çıkar. Özellikle
otomotiv, savunma sanayi, makine imalatı, elektronik gibi sektörlerde önemli
Ar-Ge faaliyetleri yürütmekte ve kayda değer sayıda patent başvurusunda
bulunmaktadırlar. Bu ülkeler GII'de genellikle orta-üst sıralarda konumlanır.
İran, uygulanan yaptırımlara rağmen bilimsel yayın sayısında ve belirli
mühendislik alanlarında dikkate değer bir potansiyel sergilemekte ve patent
başvurusunda bulunmaktadır. Endonezya gibi büyük nüfuslu ve hızla büyüyen
ekonomiye sahip ülkeler de özellikle dijital ekonomi alanında önemli bir
potansiyel taşımaktadır.
Ancak İİT üyelerinin önemli bir
kısmı, özellikle Afrika ve Asya'daki en az gelişmiş ülkeler, inovasyon
ekosistemlerini geliştirmede ciddi zorluklarla karşı karşıyadır. Bu zorluklar
arasında yetersiz Ar-Ge finansmanı, nitelikli insan kaynağı eksikliği ve beyin
göçü, üniversite-sanayi iş birliğinin zayıflığı, fikri mülkiyet haklarının
korunmasındaki eksiklikler, bürokratik engeller ve zaman zaman politik
istikrarsızlık sayılabilir. Bu faktörler, inovasyonun filizlenmesini ve patent
gibi somut çıktılara dönüşmesini engellemektedir.
İsrail ile İİT ülkelerini
standart metrikler üzerinden karşılaştırdığımızda şu eğilimler ortaya çıkar:
Küresel İnovasyon Endeksi (GII)'nde İsrail sürekli olarak en üst dilimde yer
alırken, İİT ülkeleri çok geniş bir yelpazeye dağılır. Ar-Ge Harcamaları (%
GSYİH) açısından İsrail dünya liderlerinden biriyken, en çok yatırım yapan İİT
ülkeleri bile genellikle bu oranın oldukça altındadır. Patent Başvuruları'nda
ise İsrail'in kişi başına düşen sayısı, tüm İİT ülkelerinden belirgin şekilde
yüksektir. Toplam başvuru sayılarında bazı büyük İİT ülkeleri öne çıksa da
genel ortalama düşüktür. Ancak bazı İİT ülkelerinin son yıllarda inovasyon
göstergelerindeki yüzdesel artış hızının yüksek olması, yapılan yatırımların ve
odaklanmanın bir sonucu olarak not edilmelidir.
Ne Yapmalı?
Yapılan karşılaştırma, İsrail'in
başarısının ardındaki faktörlerin yanı sıra İİT ülkelerinin karşılaştığı
zorlukları da ortaya koymaktadır. Bu farkı kapatmak ve inovasyon potansiyelini
harekete geçirmek için İİT ülkeleri ve özelinde Türkiye için atılabilecek
adımlar, çok boyutlu ve uzun vadeli bir çaba gerektirmektedir. Öncelikle, Ar-Ge
yatırımlarının GSYİH içindeki payının kararlılıkla ve önemli ölçüde artırılması
kritik bir zorunluluktur. Bu, sadece devlet bütçesinden değil, özel sektörün de
Ar-Ge'ye daha fazla yatırım yapmasını teşvik edecek mekanizmalarla
desteklenmelidir. İnovasyonun yakıtı olan bu yatırım, bir maliyet değil,
geleceğe yapılan stratejik bir yatırımdır.
İkinci olarak, İsrail örneğinde
gördüğümüz dinamik start-up ekosistemlerinin oluşturulması ve desteklenmesi
gerekmektedir. Bu, sadece girişim sayısını artırmak değil, aynı zamanda
girişimciliği teşvik eden bir kültür yaratmayı da içerir. Risk almayı, başarısızlıktan
ders çıkarmayı ve küresel düşünmeyi özendiren bir ortam; kolay erişilebilir
başlangıç sermayesi (melek yatırımcılar, risk sermayesi fonları), mentorluk
ağları, hızlandırıcı ve kuluçka merkezleri, bürokrasinin azaltılması gibi
unsurlarla desteklenmelidir.
Üçüncü önemli alan,
üniversite-sanayi iş birliğinin güçlendirilmesi ve bilginin ticarileşmesinin
önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Üniversitelerde üretilen bilginin ve
teknolojinin sanayiye aktarılmasını kolaylaştıracak mekanizmalar (etkin
Teknoloji Transfer Ofisleri- TTO'lar gibi), ortak Ar-Ge projeleri,
araştırmacıların patent başvurusunda bulunmasını ve şirket kurmasını teşvik
eden politikalar hayata geçirilmelidir. Üniversitelerin sadece eğitim ve temel
araştırma değil, aynı zamanda bölgesel ve ulusal kalkınmaya doğrudan katkı
sağlayan inovasyon merkezleri haline gelmesi hedeflenmelidir.
Dördüncü olarak, eğitim
sistemlerinin temelden gözden geçirilerek, ezbercilikten uzak, eleştirel
düşünmeyi, problem çözmeyi, yaratıcılığı, iş birliğini ve STEM (Bilim,
Teknoloji, Mühendislik, Matematik) becerilerini geliştirmeye odaklanması
gerekmektedir. Geleceğin inovasyoncularını yetiştirmek, ancak sorgulayan,
araştıran ve çözüm üreten nesillerle mümkündür. Aynı zamanda yaşam boyu öğrenme
anlayışının benimsenmesi ve mesleki eğitimin güncel ihtiyaçlara göre sürekli
güncellenmesi de önemlidir.
Beşinci olarak, inovasyonun
yeşereceği özgür ve destekleyici bir kültürel iklimin oluşturulması şarttır.
Merakı, sorgulamayı, yapıcı eleştiriyi ve farklı fikirleri teşvik eden;
"mahalle baskısı" gibi gayri resmi kontrol mekanizmalarının yaratıcılığı
ve bireysel girişimi engellemediği bir ortam hedeflenmelidir. Entelektüel
özgürlük ve açık tartışma ortamı, yenilikçiliğin temelidir.
Altıncı olarak, istikrarlı
makroekonomik politikalar, hukukun üstünlüğü, etkin ve şeffaf bir yönetişim
anlayışı ile fikri mülkiyet haklarının güçlü bir şekilde korunması ve uygulanması
hem yerli hem de yabancı yatırımcıların ve yenilikçilerin güvenini kazanmak
için olmazsa olmazdır. Bürokratik engellerin azaltılması ve iş yapma
kolaylığının artırılması da bu kapsamdadır.
Yedinci olarak, yurt dışında
yaşayan nitelikli diasporanın bilgi, deneyim, network ve yatırım
potansiyelinden aktif olarak yararlanılmalı, tersine beyin göçünü teşvik edecek
politikalar geliştirilmeli ve uluslararası araştırma iş birlikleri
güçlendirilmelidir.
Türkiye özelinde bakıldığında,
ülkenin sahip olduğu önemli sanayi altyapısı, büyük iç pazarı, genç ve dinamik
nüfusu ve jeostratejik konumu gibi avantajları bulunmaktadır. Ancak bu
potansiyelin tam olarak hayata geçirilebilmesi için yukarıda sayılan alanlarda
(özellikle Ar-Ge harcamalarının artırılması, eğitim reformu, üniversite-sanayi iş
birliğinin derinleştirilmesi, fikri mülkiyet ortamının güçlendirilmesi ve
öngörülebilir, istikrarlı bir politika ortamının sağlanması) kararlı ve sürekli
reformlara ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye, belirli niş alanlarda veya bölgesel
güç olma potansiyelini doğru stratejilerle daha etkin kullanabilir.
İsrail'in inovasyon alanındaki
başarısı, uzun vadeli ve çok boyutlu bir stratejinin ürünüdür. İslam İşbirliği
Teşkilatı ülkeleri ise, büyük bir çeşitlilik arz etmekle birlikte, genel olarak
bu alanda önemli bir gelişim potansiyeline ve aynı zamanda ciddi zorluklara
sahiptir. Aradaki farkı kapatmak, sadece daha fazla kaynak ayırmakla değil,
aynı zamanda inovasyonu destekleyen bir kültürü, sağlam kurumları, etkili
politikaları ve vizyoner bir liderliği gerektiren uzun soluklu bir maratondur.
Bu, hükümetlerin, üniversitelerin, özel sektörün ve sivil toplumun koordineli
bir çabasını zorunlu kılar. Bu çabanın sonucunda elde edilecek kazanımlar ise
sadece ekonomik büyüme ve teknolojik ilerleme değil, aynı zamanda daha
nitelikli iş imkanları, artan refah seviyesi, çözülen toplumsal sorunlar ve
küresel sahnede daha güçlü bir varoluştur. İnovasyona yapılan yatırım, aslında
bir ülkenin kendi geleceğine yaptığı en değerli yatırımdır.
Yorumlar
Yorum Gönder