Kırmızıdan Turkuaza: Alışılmışın Dışında Bir Çalışma Dünyası Mümkün mü?
Günümüz iş dünyasına
baktığımızda, asırlardır süregelen belirli kalıpların hakimiyetini görürüz:
Katı hiyerarşiler, tepeden inme kararlar, sıkı kontrol mekanizmaları, yoğun
rekabet ve çoğu zaman bireyin potansiyelini tam olarak ortaya koymasına izin
vermeyen, onu sadece sistemin bir dişlisi olarak gören yapılar... Peki,
insanlığın kolektif bilinci evrildikçe, birlikte çalışma ve organize olma
biçimlerimiz de bu evrime ayak uydurabilir mi? Daha insancıl, daha anlamlı,
daha esnek, daha verimli ve daha bütüncül organizasyonlar kurmak mümkün müdür?
İşte bu can alıcı sorulara cevap arayan Belçikalı düşünür Frederic Laloux,
2014'te yayınladığı ve kısa sürede küresel bir etki yaratan
"Organizasyonları Yeniden Keşfetmek" (Reinventing Organizations) adlı
kitabıyla, mevcut paradigmalarımızı sorgulamaya ve ufukta beliren yeni
olasılıkları keşfetmeye davet ediyor.
Laloux, insanlık tarihini bir
mercek altına alarak, tıpkı bireysel ve toplumsal bilincimizin gelişmesi gibi,
organizasyonel modellerimizin de belirli aşamalardan geçerek evrildiğini
savunuyor. Bu farklı evrimsel aşamaları ve onlara karşılık gelen dünya görüşlerini,
yönetim anlayışlarını ve yapısal özellikleri anlamak için ise akılda kalıcı bir
renk kodlu sistem öneriyor. Bu sistem, bize sadece nereden geldiğimizi değil,
aynı zamanda nereye doğru gidebileceğimizi gösteren değerli bir harita sunuyor.
Laloux'nun modeli, insanlığın en
ilkel organize olma biçimlerinden başlar. Kırmızı (Dürtüsel) paradigma, gücün
merkezde toplandığı, liderin (şefin) korku ve mutlak otorite ile hüküm sürdüğü,
ani tepkiler ve kısa vadeli çıkarların yön verdiği yapıları tanımlar. Adeta bir
"Kurt Sürüsü" gibi işleyen bu organizasyonlarda istikrar kırılgandır,
iç çatışmalar yoğundur ve liderin gücünü sürekli ispatlaması gerekir. İş bölümü
oldukça basit düzeydedir ve uzun vadeli planlama neredeyse imkansızdır. Bu yapı,
kaos ortamlarında veya belirli yasa dışı örgütlenmelerde varlığını sürdürse de
karmaşık toplumların ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır.
İnsanlık tarıma geçip daha büyük
ve yerleşik toplumlar kurmaya başladığında, daha öngörülebilir ve istikrarlı
yapılara ihtiyaç duydu. İşte bu ihtiyaca cevap olarak Amber (Uyumcu) paradigma
doğdu. Bir "Ordu" veya hiyerarşik bir "Kilise" yapısını
andıran Amber organizasyonlar, katı kurallar, net tanımlanmış roller, değişmez
süreçler ve güçlü bir hiyerarşi üzerine kuruludur. Burada esas olan bireysel
inisiyatif değil, gruba uyum, otoriteye itaat ve mevcut düzenin korunmasıdır.
Kararlar tepeden alınır ve aşağıya doğru iletilir. Bu paradigma, insanlığa ilk
kez büyük ölçekli, istikrarlı ve tekrarlanabilir süreçlere dayalı
organizasyonlar (devletler, bürokrasiler, büyük inşaat projeleri vb.) kurma
yeteneği kazandırmıştır. Ancak Amber yapılar, değişime karşı oldukça
dirençlidir, yeniliklere kapalıdır ve bireylerin yaratıcılığını veya
farklılıklarını bastırma eğilimindedir. Herkesin belirlenmiş rolüne sıkı sıkıya
bağlı kalması beklenir.
Aydınlanma ve Sanayi Devrimi ile
birlikte, bireysel başarı, rekabet, akılcılık ve bilimsel ilerleme gibi
değerlerin yükselişi, Turuncu (Başarı) paradigmasının doğuşuna zemin hazırladı.
Günümüz iş dünyasının ve kapitalist sistemin baskın modeli olan Turuncu,
organizasyonu hedeflerine en verimli şekilde ulaşmak için tasarlanmış bir
"Makine" gibi görür. Anahtar kelimeler; kâr, büyüme, pazar payı,
etkinlik, inovasyon (ama genellikle rekabet avantajı sağlamak için bir araç
olarak) ve liyakattir. Yönetim, ölçülebilir hedefler ve performans
değerlendirmeleri üzerinden yapılır. Hiyerarşi devam etmekle birlikte, proje
bazlı veya fonksiyonel matris yapılarla daha esnek hale gelebilir. Turuncu
paradigma, insanlığa eşi görülmemiş bir maddi refah ve teknolojik ilerleme
getirmiş olsa da sıklıkla aşırı rekabetçilik, kısa vadeli odaklanma,
çalışanların makinenin dişlileri gibi görülmesi, etik sorunlar ve çevresel
tahribat gibi olumsuz sonuçlarla da eleştirilir. Sürekli büyüme ve kazanma
hırsı, insani değerleri ve uzun vadeli sürdürülebilirliği göz ardı etme riski
taşır.
Turuncu paradigmanın yarattığı bu
olumsuzluklara ve eşitsizliklere bir tepki olarak Yeşil (Çoğulcu) paradigma
filizlenmiştir. Bir "Aile" metaforuyla anlaşılabilecek Yeşil Organizasyonlar,
sadece kâra değil, aynı zamanda değerlere, kültüre, çalışanların mutluluğuna ve
güçlendirilmesine odaklanır. Tüm paydaşların (çalışanlar, müşteriler,
tedarikçiler, toplum, çevre) çıkarlarını dengelemeye çalışır. Karar alma
süreçlerinde konsensüs arayışı, farklılıklara saygı, eşitlik ve sosyal
sorumluluk ön plandadır. Hiyerarşi genellikle devam eder, ancak liderler daha
çok hizmetkar lider rolünü benimser ve ekiplerini desteklemeye odaklanır. Pek
çok sivil toplum kuruluşu, sosyal girişim, kooperatif ve bazı modern şirketler
(özellikle çalışan memnuniyetine ve kurum kültürüne önem verenler) Yeşil
paradigmanın özelliklerini sergiler. Yeşil, iş yerine daha fazla insaniyet ve
anlam katmış olsa da bazen karar alma süreçlerinin yavaşlaması, herkesi memnun
etme çabasının zorluğu veya çatışmalardan kaçınma eğilimi gibi zorluklarla
karşılaşabilir.
Frederic Laloux'nun asıl heyecan
verici keşfi ve kitabının odak noktası, günümüzün artan karmaşıklığına ve
bireylerin derinleşen anlam arayışına cevap verebilecek yeni bir paradigmanın,
Turkuaz (Teal)'ın ortaya çıkmakta olduğudur. Laloux, Turkuaz'ı sadece bir
sonraki aşama olarak değil, aynı zamanda organizasyonlara bakış açımızda köklü
bir değişim olarak tanımlar. Artık organizasyon bir makine (Turuncu) veya bir
aile (Yeşil) gibi değil, kendi bilinci, amacı ve evrimsel potansiyeli olan
canlı bir organizma veya bir ekosistem gibi görülür. Bu paradigma, dünyada
sayıları az da olsa başarılı bir şekilde işleyen öncü organizasyonların
incelenmesiyle ortaya konan üç temel ve devrimci atılım üzerine kuruludur:
Birincisi, Öz-Yönetim
(Self-Management) ilkesidir. Turkuaz organizasyonlar, geleneksel yönetim
hiyerarşisine ve patron-çalışan ilişkisine olan ihtiyacı sorgular ve ortadan
kaldırır. Yetki ve sorumluluk, tepedeki birkaç kişide toplanmak yerine,
organizasyonun tamamına dağıtılır. Ekipler veya bireyler, kendi işlerini
planlama, karar alma, koordine etme ve performanslarını değerlendirme konusunda
büyük ölçüde özerktirler. Bu, bir başıboşluk veya kaos anlamına gelmez; aksine,
"tavsiye süreci" (karar almadan önce ilgili herkesten ve uzmanlardan
tavsiye alma zorunluluğu), şeffaf bilgi akışı, akran temelli geri bildirim ve
çatışma çözme mekanizmaları gibi sofistike yapılarla desteklenir. Amaç,
bürokratik kontrol yerine, kolektif zekayı ve bireysel sorumluluğu harekete
geçirmektir. İnsanların doğal olarak sorumluluk sahibi ve güvenilir olduğu
varsayımına dayanır.
İkincisi, Bütünlük arayışıdır.
Geleneksel iş yerleri genellikle bizden belirli bir "profesyonel
maske" takmamızı, duygularımızı, kişisel hayatımızı, zayıflıklarımızı veya
ruhsal arayışlarımızı kapıda bırakmamızı bekler. Turkuaz organizasyonlar ise,
insanların işe "bütün" benlikleriyle gelmelerini aktif olarak teşvik
eder. Sadece analitik ve rasyonel yönlerimizle değil, aynı zamanda duygusal
zekamızla, sezgilerimizle, yaratıcılığımızla ve hatta manevi değerlerimizle de
katkıda bulunabileceğimiz bir ortam yaratılmaya çalışılır. İnsanların
kendilerini güvende hissettikleri, yargılanma korkusu olmadan otantik
olabildikleri, hassasiyetlerini gösterebildikleri ve maskelerini
indirebildikleri alanlar oluşturulur. Bu bütünlüğün, çalışanlar arasında daha
derin bağlar kurulmasını, yaratıcılığın serbest kalmasını, işe olan bağlılığın
artmasını ve daha anlamlı bir çalışma deneyimi yaşanmasını sağladığına
inanılır.
Üçüncü ve belki de en felsefi
atılım, Evrimsel Amaç kavramıdır. Turkuaz organizasyonlar, sadece hissedar
değeri yaratmak, pazar payı kazanmak veya paydaşları memnun etmek gibi dışsal
hedeflere odaklanmazlar. Onlar, organizasyonun kendisinin dünyaya sunmak
istediği, kendi içinde taşıdığı derin bir varoluş amacına sahip olduğuna
inanırlar. Bu amaç, statik bir misyon beyanından ziyade, organizasyonun
çevreyle etkileşimi içinde sürekli evrilen bir yöndür. Strateji, artık tepedeki
yöneticilerin uzun vadeli tahminler ve analizlerle belirlediği bir plan olmaktan
çıkar. Bunun yerine, organizasyondaki herkesin, organizasyonun gitmek istediği
yönü "dinlemesi", çevredeki fırsatları ve ihtiyaçları
"hissetmesi" ve bu doğrultuda küçük adımlar atarak ve sürekli adapte
olarak ilerlemesiyle organik bir şekilde ortaya çıkar. Kararlar, "Bu adım
organizasyonun evrimsel amacına hizmet ediyor mu?" veya "Şu anda
ortaya çıkmak isteyen nedir?" gibi sorularla yönlendirilir. Amaç, geleceği
kontrol etmek ve tahmin etmek yerine, organizasyonun kendi potansiyelini
gerçekleştirmesi için ona alan açmak ve rehberlik etmektir. Laloux, Buurtzorg
(Hollandalı sağlık kuruluşu), Patagonia (giyim markası), FAVI (Fransız metal
parça üreticisi) gibi çeşitli örneklerle bu ilkelerin pratikte nasıl işlediğini
gösterir.
Laloux'nun renk modeli,
organizasyonların katı kategorilere hapsedilmesi anlamına gelmez. Bu, bir
gelişimsel modeldir; yani her aşama, bir öncekini aşarken onun sağlıklı ve
işlevsel yönlerini de kendi içine alır ve bütünleştirir. Örneğin, Turkuaz bir
organizasyon, Amber'in süreç ve yapı ihtiyacını, Turuncu'nun sonuç odaklılığını
ve Yeşil'in insan ilişkilerine verdiği değeri reddetmez, bunları daha üst bir
bilinç düzeyinde yeniden yorumlar ve uygular. Ayrıca, hiçbir rengin mutlak
anlamda "iyi" veya "kötü" olmadığını anlamak önemlidir. Her
paradigma, belirli bir tarihsel dönem, kültürel bağlam, işin doğası ve en
önemlisi liderlerin ve çalışanların bilinç düzeyi için uygun veya gerekli
olabilir. Bir Kırmızı organizasyonu bir anda Turkuaz yapmaya çalışmak başarısızlığa
mahkumdur. Modelin değeri, bize farklı organizasyonel mantıkları anlama, kendi
organizasyonumuzun nerede durduğunu teşhis etme ve potansiyel gelişim yönlerini
görme konusunda bir harita sunmasıdır. Laloux, teorik çerçevenin yanı sıra,
Turkuaz organizasyonların bu üç temel atılımı (öz-yönetim, bütünlük, evrimsel
amaç) desteklemek için kullandıkları toplantı yapıları, karar alma
mekanizmaları, çatışma çözme yöntemleri, geri bildirim süreçleri, ücretlendirme
yaklaşımları gibi somut uygulamaları da detaylandırarak modeli daha pratik hale
getirir.
Frederic Laloux'nun
"Organizasyonları Yeniden Keşfetmek" çalışması ve sunduğu renk kodlu
paradigmalar, bize sadece organizasyonların nasıl evrildiğine dair tarihsel bir
bakış sunmakla kalmaz, aynı zamanda gelecekte nasıl daha farklı, daha etkili ve
daha insancıl olabileceklerine dair güçlü bir vizyon çizer. Özellikle Turkuaz
paradigma, günümüz dünyasının artan karmaşıklığına, çalışanların derinleşen
anlam ve özerklik arayışına cevap verebilecek; hiyerarşinin prangalarından
kurtulmuş, bireyin bütünlüğüne saygı duyan, yaşayan bir amaç etrafında
kenetlenmiş organizasyonların mümkün olabileceğini gösterir. Elbette bu, kolay
bir yolculuk değildir. Turkuaz prensiplerini hayata geçirmek, kökleşmiş
alışkanlıkları kırmayı, kontrol arzusundan vazgeçmeyi, derin bir güven kültürü
oluşturmayı ve hem liderlerden hem de çalışanlardan önemli bir zihniyet
dönüşümü gerektirir. Ancak Laloux'nun bize sunduğu bu çerçeve, mevcut
modellerimizin sınırlarını görmemizi ve organizasyonlarımızı yeniden hayal
etmemizi sağlayan paha biçilmez bir ilham kaynağıdır. Belki de işin ve birlikte
çalışmanın geleceği, Kırmızı'nın gücünü yapıcı kullanan, Amber'in düzenini
sağlayan, Turuncu'nun hedeflerine ulaşan, Yeşil'in şefkatini taşıyan ve
Turkuaz'ın bilgeliğiyle evrilen daha bütüncül yapılarda saklıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder