Mahallenin Baskısı, Katkısı, Sancısı, Yazgısı...

Modern hayat, bizi sadece fiziksel mekanlara değil, aynı zamanda düşünsel, kültürel ve politik olarak örülmüş görünmez mahallelere de yerleştirir. Ait olduğumuz siyasi görüşler, dünya algımızı şekillendiren inanç sistemleri, bizi "biz" yapan ideolojik kamplar...

Bu mahalleler, bize bir kimlik, bir aidiyet duygusu ve hazır bir topluluk sunarken, aynı zamanda kendi sınırlarını, kurallarını ve beklentilerini de dayatır.

Şerif Mardin'in sosyolojik bir tespitle gündeme getirdiği "mahalle baskısı" kavramını, bu ideolojik kampların karmaşık dinamiklerini anlamak için bir başlangıç noktası olarak alabiliriz. Ancak resmin tamamı bundan ibaret değildir. Bu mahallelerin sadece baskısı değil, aynı zamanda sunduğu katkı, içinde barındırdığı bir kaygı, işleyen bir saygı hiyerarşisi, bazen kaçınılmaz görünen bir yazgı ve hem kendi içinde hem de diğer mahallelerle yaşadığı bitmeyen bir kavga vardır.

İnsan, doğası gereği bir topluluğa ait olma ihtiyacı duyar. İdeolojik mahalleler, bu temel ihtiyaca cevap verir. Bize, karmaşık ve belirsiz görünen dünyayı anlamlandırmak için hazır bir çerçeve sunarlar (Mahalle Katkısı). Benzer düşünen insanlarla bir araya gelerek yalnızlık hissini azaltır, güçlü bir kimlik ve aidiyet duygusu yaşatırlar. Ortak değerler ve hedefler etrafında kenetlenerek bir dayanışma ağı oluşturur, üyelerine duygusal, sosyal ve hatta bazen maddi destek sağlarlar. Bu mahalleler, bireye bir "biz" duygusu vererek onu güçlendirir, ortak amaçlar için harekete geçme potansiyeli sunar.

Bu durum, mahallenin katkısıdır mahalleyi çekici kılan, bizi ona bağlayan sıcaklık…

Ancak bu sıcaklığın bir de bedeli vardır: Mahalle Baskısı. Aidiyetin sağladığı konfor ve güvenlik, genellikle belirli bir uyum sağlama zorunluluğuyla birlikte gelir. Mahallenin yazılı olmayan kuralları, kabul görmüş doğruları ve onaylanmış davranış kalıpları vardır. Bu normların dışına çıkan, farklı bir ses dile getiren, sorgulayan veya "çizgiden sapan" bireyler, hızla mahallenin örtük veya açık baskısıyla karşılaşırlar. "Bizden değilsin", "hain", "kafa karıştırıcı" gibi etiketlenmeler, dışlanma korkusu, sosyal tecrit tehdidi veya "mahalle ne der?" endişesi, bireyleri kendi düşüncelerini sansürlemeye, farklılıklarını törpülemeye ve grubun genel eğilimine uymaya iter. Mahalle katkısının sıcaklığı, mahalle baskısının boğucu atmosferiyle iç içe geçer; aidiyetin bedeli, çoğu zaman bireysel özerklikten ve eleştirel düşünceden verilen taviz olur.

Her mahallenin kendine özgü bir duygusal iklimi ve içsel dinamikleri vardır. Mahalle Saygısı, bu dinamiklerin önemli bir parçasıdır. Grup içinde saygı görmek, genellikle mahallenin değerlerine ve normlarına sıkı sıkıya bağlılıkla, davaya yapılan fedakarlıklarla, kıdemle veya ideolojiyi "doğru" yorumlama ve savunma becerisiyle kazanılır. Liderlere veya "kanaat önderlerine" gösterilen saygı, hiyerarşiyi belirlerken, üyeler arasında da belirli bir saygı beklentisi bulunur. Ancak bu içsel saygı, aynı zamanda bir kontrol mekanizmasıdır; saygı görmek için belirli kalıplara uymak gerekir.

Bunun bir de dışsal boyutu vardır: Mahallenin diğer mahallere duyduğu saygı (veya genellikle saygısızlık) ve diğer mahalleler tarafından ne kadar saygı gördüğüne dair algısı. Bu dışsal saygı eksikliği, içerideki "biz" duygusunu pekiştirirken, dışarıya karşı duvarları yükseltir.

Bu saygı arayışı ve normlara uyma çabası, sürekli bir “Mahalle Kaygısı”nı da beraberinde getirir. Birey, mahallenin gözündeki yerini kaybetmekten, yanlış bir adım atarak dışlanmaktan, grubun beklentilerini karşılayamamaktan endişe duyar. "Acaba yeterince sadık mıyım?", "Söylediklerim yanlış anlaşılır mı?", "Mahallenin yeni çizgisinin neresindeyim?" gibi sorular zihni meşgul eder. Aynı zamanda, dışarıdaki "düşman" mahallelere karşı duyulan kaygı da içsel kaygıları besler. Rakip kampların gücü, niyetleri hakkındaki spekülasyonlar ve mahalleler arası mücadelenin sonucu hakkındaki belirsizlik, sürekli bir tetikte olma hali yaratır. Bu kaygı iklimi hem bireysel stresi artırır hem de grubun daha savunmacı ve kapalı hale gelmesine neden olabilir.

Bazı durumlarda, bir ideolojik mahalleye ait olmak, birey için değiştirilemez bir Mahalle Yazgısı gibi görünebilir. Özellikle belirli bir ideolojik atmosferde doğup büyüyen, ailesinden ve çevresinden sürekli aynı telkinleri alan, alternatif düşünce biçimleriyle hiç karşılaşmayan veya karşılaştığında onları baştan reddetmeye koşullanmış bireyler için, mahallenin sınırları tüm dünyayı kapsar.

Mahallenin dışına çıkmak, sadece farklı düşünmek değil, aynı zamanda kimliğini, sosyal çevresini, aidiyet duygusunu, hatta bazen güvenliğini kaybetmek anlamına gelebilir. Bu yüksek sosyal maliyet, bireyi adeta bir yazgıya mahkûm eder; sorgulamayı veya ayrılmayı düşünmek bile ihanet gibi algılanabilir. Bu durum, bireye güçlü bir köklenme ve belirlilik hissi verse de aynı zamanda onu dar bir dünyaya hapseder ve potansiyelini sınırlar.

Acaba bu yazgı mutlak mıdır? Eleştirel düşüncenin, farklı deneyimlerin veya kişisel dönüşümlerin bu duvarlarda gedikler açması, bireyin kendi yolunu çizmesi mümkün değil midir?

Mahalle yazgısı kavramı, bizi bireysel irade ile toplumsal belirlenmişlik arasındaki o ezeli gerilime iter.

İdeolojik mahallelerin varlığı, kaçınılmaz olarak Mahalle Kavgasını doğurur. Bu kavga hem mahallenin kendi sınırları içinde hem de farklı mahalleler arasında cereyan eder. Mahalle içindeki kavgalar; liderlik mücadeleleri, öğreti veya strateji üzerindeki fraksiyonel ayrılıklar, kaynakların kontrolü için verilen savaşlar, "kim daha bizden?" tartışmaları veya kişisel husumetlerin ideolojik kılıflara bürünmesi şeklinde ortaya çıkar. Bu iç kavgalar, mahalleyi zayıflatabilir, bölebilir veya enerjisini tüketebilir.

Mahalleler arasındaki kavga ise, genellikle daha görünür ve daha yıkıcıdır. Siyasi partiler arasındaki rekabet, farklı dünya görüşlerinin medya ve kamusal alandaki mücadelesi, kültürel değerler üzerinden yaşanan "kültür savaşları", sosyal medyadaki linç kampanyaları, hatta bazen fiziksel çatışmalar, bu dış kavganın tezahürleridir. Bu kavga, genellikle kutuplaşmayı derinleştirir, karşı tarafı şeytanlaştırır, ortak zeminde buluşmayı imkansızlaştırır ve toplumun enerjisini kısır çekişmelere harcar. Her mahalle, kendi varlığını ve doğruluğunu, diğer mahallenin yanlışlığı veya tehdidi üzerinden tanımlamaya başlar.

Mahalleler statik yapılar değildir; zamanla değişir, dönüşür, krizler yaşar veya kendi iç çelişkileriyle yüzleşirler. İşte bu süreçlerde ortaya çıkan derin rahatsızlık, uyumsuzluk ve içsel mücadele hali Mahalle Sancısı olarak tanımlanabilir. Bu sancı, mahallenin temel direklerini sarsan olaylardan kaynaklanabilir: Kurucu ilkelerle güncel pratikler arasındaki bariz çelişkiler, liderlikte yaşanan ahlaki veya ideolojik krizler, dış dünyanın dayattığı ve mahallenin eski cevaplarının yetersiz kaldığı yeni sorunlar, grup içindeki kuşak çatışmaları, teknolojik veya kültürel değişimlere uyum sağlama zorluğu... 

Mahalle sancısı, bazen bireylerin vicdanında yankılanır; kişi, artık mahallenin doğrularına eskisi gibi inanmadığını, bir şeylerin yanlış gittiğini hisseder ama bu hissi adlandıramaz veya dile getiremez. Bazen de bu sancı, grup içinde açık tartışmalara, hizipleşmelere veya ayrılıklara yol açar. Bu sancı, mahallenin ya dağılacağının ya da kendini sorgulayarak, acı verici de olsa bir dönüşüm geçirerek yenileneceğinin habercisi olabilir. Tıpkı doğum sancısı gibi, yeni bir dönemin başlangıcını müjdeleyebileceği gibi, sonuçsuz kalan bir çırpınış da olabilir. Mahallenin bu sancıyla nasıl başa çıktığı, onun gelecekteki sağlığını ve canlılığını belirler.

Mahalleler, ya da ideolojik kamplar, modern toplumun karmaşık dokusunun ayrılmaz bir parçasıdır. Bize sundukları aidiyet, dayanışma ve anlam çerçevesi (Mahalle Katkısı) yadsınamaz bir gerçekliktir. Ancak bu aidiyetin bedeli; çoğu zaman eleştirel düşünceden feragat, bireysel özerkliğin kısıtlanması (Mahalle Baskısı), sürekli bir tetikte olma hali (Mahalle Kaygısı), katı sınırlar ve hiyerarşiler (Mahalle Saygısı, Mahalle Yazgısı) ve bitmek bilmeyen çatışmalar (Mahalle Kavgası) olabilir.

Bu karmaşık dinamikler içinde yol alırken, belki de en önemli görevimiz, kendi mahallemizin duvarları içinde sıkışıp kalmamaktır. Ait olduğumuz grubun bize kattıklarını takdir ederken, onun eleştiriden muaf olmadığını, baskı mekanizmalarını ve kaygılarını da fark edebilmek gerekir.

Kendi mahallemize eleştirel bir gözle bakabilme cesareti, aynı zamanda diğer mahalleleri de anlamak ve onlarla (mümkünse) diyalog kurabilmenin kapısını aralar. Farklı mahallelerin varlığını bir tehdit olarak değil, belki de kendi düşüncelerimizi zenginleştirecek bir çeşitlilik olarak görebilir miyiz?

Mahalleler arası kavgaları körüklemek yerine, ortak insanlık paydasında buluşacak köprüler kurabilir miyiz?

Bu soruların cevapları kolay olmasa da hem bireysel hem de toplumsal olarak daha sağlıklı ve daha anlamlı bir varoluş için bu sorgulamayı yapmak kaçınılmazdır. Çünkü nihayetinde hepimiz, bir taraftan kendi mahallelerimizde yaşarken, diğer taraftan aynı dünyanın da sakinleriyiz.

  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Değişimin Eşiğindeki Kırsal Avrupa ve Türkiye'den Bakınca: Benzerlikler, Farklılıklar...

Konfor Alanınız Sizi 'Haşlıyor' Olabilir mi?

Stratejik Yol Ayrımı ve Dönüşümün İkili Gücü