Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ovasyonlar Ligi

Son yıllarda dilimizden düşmeyen, plazaların camlı toplantı odalarından esnaf lokantalarına kadar her yere sızan sihirli bir kelime var: İnovasyon . Nereye baksak o; "paradigma değişimi", "yıkıcı yenilik", "girişimcilik ekosistemi"... Sabah kahvesini içerken dünyayı değiştirecek bir startup fikri bulamayanı dövüyorlar sanki. Herkes bir sonraki Elon Musk, herkes bir sonraki "unicorn"un sahibi olma peşinde. Konferanslarda havalı sunumlar yapılıyor, LinkedIn profillerinde unvanlar uçuşuyor, ama günün sonunda elimizde ne kalıyor? Aslında haksızlık etmeyelim; yaratıcılıkta eksiğimiz yok, hatta pratik zekâda dünyanın geri kalanına ders veririz. "Coğrafya kaderdir" sözünü "Coğrafya kederdir"e çevirmemek için yüzyıllardır hayatta kalma sanatını en üst düzeyde icra ediyoruz. Ancak, o küresel inovasyon rüzgârı bizim sınırlardan içeri girdiğinde kimyası biraz değişiyor. Bizim garajlarımızda dünyayı değiştirecek mikroçipler değil, kış...
En son yayınlar

Gemi Batarken Prosedür Kitabı Okuyacak Ezberciler Değil, Yeni Bir Rota Çizebilecek Hayalperestler Lazım

Şirketlere, devlet dairelerine ve o görkemli plazaların içindeki devasa organizasyonlara dışarıdan baktığınızda ne görüyorsunuz? Çoğu zaman dış cephedeki ışıltı bizi yanıltır; içeride çevik, rüzgârla dans eden, sorunlara anında yanıt veren sürat tekneleri göreceğimizi sanırız. Oysa kapıdan içeri girdiğinizde karşılaştığınız manzara genellikle nefes almakta zorlanan, en basit kararı almak için bile onlarca toplantıya, bitmek bilmez onay süreçlerine ihtiyaç duyan, kendi ağırlığı altında ezilen hantal yapılar olur. Bu durumu en iyi anlatan ifade "Kurumsal Obezite"dir. İşin en trajikomik ve ironik yanı ise şudur: Bu obeziteyi besleyen şey, toplumun "başarı" diye kutsadığı, duvarları süsleyen o parlak diplomalar, ışıltılı kadro ve derecelerdir. Bugün iş dünyasının ve devlet mekanizmalarının damarlarını tıkayan kolesterol, aslında kötü niyet değil, aşırı eğitimli bir vizyonsuzluktur. Bu tıkanıklığın kaynağı, genellikle dünyanın "en iyi okullarından" mezun ol...

Roseto: Hırsın Biyolojisi

"İhtiras kuvvetli olduğu zaman, muhakemeyi altüst eder," der Satı El-Hursi ve o can alıcı tespiti ekler: "Heyecan, düşünceyi felce uğratır." Yıllarca bu cümlenin, sadece zihinsel bir körlüğü, mantıklı düşünme yetisinin anlık kaybını tarif ettiğini sanırdım. İhtirasın ve hırsın, insanın sadece aklını başından aldığını, onu hatalı kararlara sürüklediğini düşünürdüm. Ancak Cacilda Jetha’nın Cinselliğin Şafağı kitabındaki o çarpıcı satırlarla, o bilimsel gerçekle yüzleşince meselenin rengi değişti. Meselenin sadece "düşünce felci" olmadığını, hırsın bedeni de içeriden çürüten, damarları tıkayan ve kalbi durduran biyolojik bir zehir olduğunu dehşetle fark ettim. Hayatı "sıfır toplamlı bir oyun" olarak gören, başkasının kazancını kendi kaybı zanneden, komşusunun mutluluğundan kendine pay değil, acı çıkaran o "rekabetçi" insan modelinin, neden sadece çevresini değil, bizzat kendini de yiyip bitirdiğini anlamak için Pennsylvania’nın kuzey...

En Büyük Güvenlik Açığımız Siber Saldırılar Değil, Yalnızlığımızdır

Thomas P. M. Barnett, 2004 yılında "Pentagon’un Yeni Haritası" isimli kitabında, o dönem için devrim niteliğinde, bugün içinse ürkütücü derecede kahince diyebileceğimiz bir tespitte bulunmuştu: "21. yüzyılda tehlikeyi en güzel tanımlayan kelime bağlantısızlıktır." 2024 Dünyasında bu cümle, küresel sistemin çarklarına entegre olamamış, sistemin dışında kalmış "haydut devletleri" ve terör odaklarını tanımlamak için kullanılan jeopolitik bir terimdi. Ancak aradan geçen yirmi yılda bu tespit, haritalar üzerindeki sınır çizgilerinden taşıp apartman dairelerimize, ofislerimize ve ruhlarımıza sızdı. Bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük güvenlik riski nükleer başlıklar, sınır çatışmaları veya ekonomik dalgalanmalar değil; insanın insandan, mahallenin mahalleden ve bireyin toplumdan kopuşudur. Bu sadece bir yalnızlık meselesi değil, modern çağın en sinsi salgını, en büyük "sosyal sermaye çöküşü"dür. Haritalardaki boşluklar kapanmış olabilir ama yürek...

Vicdanın Tasfiyesi: "Ecinniler" Üzerinden Bir Siyaset Sosyolojisi Okuması

Dostoyevski’nin Ecinniler (The Possessed/Demons) adlı eseri, salt bir 19. yüzyıl Rus nihilizmi eleştirisi değil, aynı zamanda politik örgütlenmelerin doğasına, güç istencine ve "içeriden çürüme" fenomenine dair zamansız bir siyaset felsefesi metnidir. Romanın trajik karakteri İvan Şatov ile manipülatif lider figürü Pyotr Verhovenski arasındaki gerilim, modern siyasi hareketlerin makus talihini özetleyen bir "arketip" sunar. Bu bağlamda Şatov’un infazı, kriminal bir vaka olmanın ötesinde; bir idealin, o ideali araçsallaştıranlar tarafından nasıl yok edildiğini gösteren simgesel bir olaydır. İç Çatışmanın Politiği: En Büyük Tehdit "İçerideki"dir Siyaset teorisinde Carl Schmitt’in "dost-düşman" ayrımı genellikle dışsal bir antagonizma üzerinden okunur. Ancak Dostoyevski bize, politik bir yapının karşı karşıya olduğu en büyük ontolojik tehdidin dışsal düşman değil, bizzat yapının içindeki "sahte dostlar" olduğunu gösterir. Romanda Ş...